Osmanlı Türkçesi

 Osmanlı Türkçesi, Oğuz Türkleri’nin Anadolu’da geliştirdikleri yazı dilinin ayrıldığı üç dönemden ikincisi için kullanılmaktadır. Bu üç dönemi belirleyici yönler, dilin iç ve dış yapısında meydana gelen değişme ve gelişmelerdir.

Oğuz boylarının konuşma diline dayanan ve “Batı Türkçesi”, “Batı Oğuzcası”, “Türkiye Türkçesi” gibi adlarla anılan bu yazı dilinin ilk dönemine “Eski Osmanlıca”, “Eski Türkiye Türkçesi” ve “Eski Anadolu Türkçesi” gibi adlar verilmiştir. 

Zaman bakımından bu dönem Anadolu Selçukluları ve beylikler çağı ile Osmanlı Devleti’nin XV. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan kuruluş dönemini içine alır. Osmanlı Türkçesi ise, bu dönemin ardından, özellikle İstanbul’un fethiyle birlikte bu kentin yeni bir bilim, kültür ve uygarlık merkezi hâline gelmesiyle gelişmeye başlayan bir yazı dilidir. 

XVI-XIX. yüzyıllar boyunca günlük dilden oldukça farklı olarak iki seviyede gelişme gösterdiği görülen bu yazı dilinin en belirgin niteliği kelime dağarcığının zengin, dolayısıyla anlam ve kavram çeşitliliği bakımından anlatım gücünün gelişkin ve ergin olmasıdır. 

Gelişme süreci içinde iki ayrı seviyeye yöneldiği izlenen bu yazı dilinin ilk seviyesi, kimi yönleriyle konuşma dilinden oldukça farklıdır; ancak geniş bir okur-yazar kitlesi tarafından kolayca okunup anlaşılabilir bir nitelik taşır; daha çok faydayı öne alan, anlatım dilini araç olarak gören bir anlayışa dayanır. Bu yüzyılların pek çok yazarı eserlerinin kolay anlaşılmasını, dolayısıyla geniş kesimlere ulaşmasını amaçladıklarından bu seviyede bir dili kullanmayı yeğlemişlerdir. 

İkinci seviye sanat amaçlıdır. Daha da zengin bir kelime kadrosu yanında, özellikle ortak İslam kültüründen beslenen bilgi ve kültür unsurlarına geniş yer verir. Yüksek kültürlü bir toplum kesimine, açıkçası zamanın seçkinlerine hitap eder. Kendine özgü bir zevk ve güzellik anlayışını öne çıkaran bu dil sanat amacı güder. 

Dil bu seviyede artık ‘araç’ olmaktan uzaklaşmış, ‘amaç’ hâline gelmiştir. Amaç sanatkârca yazmak, hüner sergilemek, ustalık göstermektir. Konuları bakımından öğretici kimi eserlerde bile böyle bir dilin kullanılmış olması, bu amacı açıkça ortaya koyar. 

Dil bu seviyede daha çok nesir (düz yazı) türünde kullanılmıştır. Konuşma dilinden büyük ölçüde uzaklaşmış olan bu özel dil, Arapça ve Farsça'dan alınma çok sayıda kelime, dil kalıbı ve kural ile yapıca çok ayrı bir görüntü yansıtır. Özellikle alıntıların sesçe niteliklerinin korunması kaygısı bu dile tam bir karma dil özelliği kazandırmıştır. Böyle bir dil kullanmış olan kimi yazarların yaptığı açıklamalar, gerçekten de, bu seviyedeki Osmanlı Türkçesi’nin üç ayaklı bir dil yapısı olarak görüldüğünün göstergesidir. 

Her dilde konuşma diliyle yazı dili arasında belli ölçülerde farklar bulunur; ancak sözünü ettiğimiz dilin, gününün konuşma diliyle ilişkisi, çok sayıda yazarın eserlerinde görüldüğü gibi, yalnızca dilin cümle yapısının büyük ölçüde korunmasından ibaret kalmıştır. 

Bir benzetmeyle söyleyecek olursak; iskelet korunmuş, ama beden dolgusu ve üzerine geçirilen süslü püslü giysiler onun kişiliğini örtmüş, doğal kılığını değiştirmiştir. 

Bu dili bütün özellikleriyle tanımaya girişmeden önce halk dili ve edebiyat dili terimleri üzerinde biraz daha durmak, bunların sınırlarını belirlemek açısından yararlı olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed)

II. Osman Han

Doğu Trakya Tarihi